Partenogenez Nedir, Hangi Canlılarda Görülür?
Kayseri’nin o soğuk sabahlarından birinde, gözlerimi sabahın erken saatlerinde açıp camdan dışarı bakarken, kafamda beliren düşünceler biraz garipti. Sanki bir şey beni rahatsız ediyordu ama tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. O an, geçen günlerde okuduğum bir şey geldi aklıma: Partenogenez. Sadece bir kelimeydi, ama anlamı ve hissettirdikleri, o kadar karmaşık ve derindi ki, kendimi bir anda tuhaf bir şekilde duygusal bir keşfe çıkarken buldum.
O an gözlerimde bir hüzün vardı. Nasıl olur da insanlar bazen en temel şeyleri birbirlerine anlatamıyordu? Ya da bazı canlılar, hiç kimseye ihtiyaç duymadan çoğalabiliyor, devam edebiliyordu? Partenogenez nedir? diye soruyordum içimden. Beni hayatta tek başına kalabilen canlıların gizemine doğru sürüklüyordu.
Hayatın Tek Başına Çoğalması
Dışarıda kar yavaşça yağıyordu. Bu sabah, annemin yaptığı kuymak kokusuyla uyanıp, kahvemi hazırlarken, bir yandan da beynimde dönüp duran soruları dindirmeye çalışıyordum. Partenogenez… Bu, tıpkı bazı canlıların kendiliğinden, eşeyli üreme olmadan üremesini ifade eden bir kavramdı. Yani, başka bir canlıyla birleşmeye, ilişkiye girmeye gerek kalmadan kendi kendine çoğalabilen bir yaşam biçimi. İçimden bir şeyler titredi. Sanki bu olgu, hayatın o bazen hüzünlü, bazen de yalnız yönlerine bir gönderme gibiydi.
Bir gün, okulda biyoloji dersindeyken öğretmenim, sınıfın sıkıldığı o sessiz anlardan birinde bu kelimeyi telaffuz etmişti:
– Partenogenez nedir? Bunu öğrendiğinizde, bazı canlıların sadece dişiyle, yani tek başlarına, çoğalabildiklerini anlayacaksınız.
O an ne kadar heyecanlandığımı anlatamam. Ama aynı zamanda derin bir hüzün vardı. Çünkü bu olgu bana, bazen bir şeylerin yalnızca tek başına yapılması gerektiğini hatırlatıyordu. Belki de, bazen hayatın içinde daha fazla insanla paylaşmam gerektiğini ama her şeyin sonunda yalnız başıma yapmam gerektiğini anlamıştım.
Partenogenez ve Canlıların Yalnızlıkla Dansı
Biyoloji kitabımda, bu konuya ilişkin şunlar yazıyordu:
Partenogenez, yalnızca dişi üreme hücresinin, eşeyli üreme için gerekli olan erkek üreme hücresine gerek duymadan döllenmesi ile gerçekleşen bir üreme şeklidir. Peki, hangi canlılar bu garip ama bir o kadar da etkileyici üreme yöntemini kullanıyordu? Bu sorunun cevabını bulmak bir yandan içimi biraz rahatlatıyordu. Anlaşılan o ki, yalnızlık bazen en büyük güçtü.
Mesela, balıklar… Tatlı su balıklarının bazılarında, özellikle de güneydoğu Asya’daki bazı balıklarda, erkek olmadan üreme gerçekleşiyordu. Veya bir örnek daha… Kertenkeleler… Evet, bazı kertenkele türleri de partenogenezle ürer. Hepsi bana, hayatın her türlü yönüne, her türlü varoluşa dair bir şeyler anlatıyordu.
Ama bir yandan da şüpheye düşüyordum. Eğer insanlar da bu şekilde çoğalabilseydi, dünya nasıl olurdu? Belki yalnızlık çok daha derin olurdu. Ya da belki de bu, bizi daha özgür kılardı. Bir yanda yalnızlık ve özgürlük; diğer yanda ise, hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünyada insanın ne kadar ihtiyaç duyduğu bir bağ… Ah, ne kadar kafa karıştırıcıydı.
Yalnızlık mı, Özgürlük mü?
Bir akşam, en yakın arkadaşımla yürüyüş yapıyordum.
– Bazen yalnız olmayı o kadar çok seviyorum ki, dedim, özellikle kendi başıma olmak, gerçekten insanı dinlendiriyor, değil mi?
Arkadaşım Elif biraz duraksadı, sonra gülümsedi ve şunları söyledi:
– Bilmiyorum, ben yalnız kalınca hemen bir şeyler eksik hissediyorum. Ama, işte, bazı insanlar gerçekten de tek başlarına var olabilir, belki de herkesin yapması gereken şey bu.
Bu sözler bende derin bir yankı uyandırdı. Partenogenez! Gerçekten de bazı canlılar, insanların asla cesaret edemediği şekilde, yalnız kalabildikleri, kendi başlarına var olabildikleri bir dünyada yaşamak zorundaydılar. Ben ise bir yandan bir başkasıyla birlikte olmak isterken, diğer yandan içimdeki yalnızlıkla barışmak istiyordum.
Biyoloji kitabımda bahsedilen partenogenez sadece bir üreme şekli değildi; o an, bana yalnızlığın bile bir yolculuk olabileceğini hatırlatıyordu. Ne de olsa, bazen tek başına olmanın gücü, insanı hiç beklemediği bir şekilde güçlendirebilir.
Bir Canlının Gizemi
Birçok canlıda partenogenez görülüyordu. Mesela, karıncalar… Dişi karıncalar, kışın çiftleşmeden üreyebiliyorlardı. Bu, sanki yaşamın en saf ve en saf hali gibiydi. Dişi karınca, hiç kimseye ihtiyaç duymadan, sadece kendisiyle çoğalabiliyordu. Bu, bir hayatta kalma mücadelesi de olabilir, ama bir yandan da doğanın en ilginç sırlarından biriydi.
Benim için, bu sadece biyolojik bir kavramdan öte, bir hayat felsefesiydi. İnsanlar da yalnız başlarına bir şeyleri başarmalıydı. Ama bazen, duygular o kadar karmaşıklaşıyor ki, insan hem yalnız kalmak isterken, hem de bir başkasına ihtiyaç duyar.
İşte o sabah, Kayseri’nin o soğuk sokaklarında yürürken, hayatın her yönüyle daha çok barışmak istedim. Partenogenez… O kelime belki de tam olarak bu duyguyu anlatıyordu: Hayat, bazen tek başına devam edebilmek kadar güçlü, ama yine de hep birlikte daha güzel.
Ve ben de fark ettim: Bir insanın ruhu, tıpkı bir karınca gibi, kendi başına var olabilecek kadar güçlüydü. Ama tıpkı diğer canlılar gibi, birlikte daha güzel bir dünya da mümkündü.